16 Ocak 2011 Pazar

Paris 12-15 Ocak 2011, İnci Eviner

Yılbaşı partisinde Tamer Alkan Tufan'a ısrar etmiş ki İnci Eviner sergi açılışına Paris'e beraber gidelim diye. Biz o haftasonu zaten Kartalkaya'ya gitmeyi planladığımız için üstünde durmadım. Ardından aynı haftasonu GS yeni stadı açılışı da olduğu için kayağı bir hafta erteledik. Tufan da hadi gidelim Paris'e diye ısrar etti. E güzel fikir tabi de çocuklar, uçak bileti, çok az vakit var (tüm bunlar 8 i cts konuşuluyor) derken, bileti ayırrtım ve önce Megi yi arayıp organizasyonun içeriğini öğrenidim. Onlarda Ela, Nazan ve Hande ile önce Londra ordan da Paris yapıyorlarmış. Ardından Seza'yı aradım. O da demez mi bende aynı gün gidiyorum, gelin gelin, Güllü, Akın ve Tayfun da geliyor diye. E hiç biri yakınımız değil ama hepsi beraber olmak isteyeceğimiz tanıdıklar. Bizde karar verdik ve yola koyulduk. Tufan tabiki bir iş organizasyonu da yaptı.

Çarşamba akşamı geç bir saatte vardık ve Seza sağolsun evde bizi bekliyor idi. Şahane bir loftta yaşıyor. Evi gerçekten çoooook güzel. Eski bir bilardo fabrikasından koloniyel avlulu birn bina yaratıp farklı loft ve stüdyolar yapmışlar. Perşembe günü evden geç saatte çıkıp Christian (Ouvrie) ve eşi ile Place Des Vosges de buluştuk. Ama bir dakika önce evden çıkışımızı anlatmam lazım. Seza yalnışlıkla benim telefonumu almış ve de anahtarını unutmuş. Bu durumu haberdar etmek için aradığımızda bunların hiç farkında değil idi ve Tufan'a "Güher ne komplike bir şey yapmış tüm telefonlarını bana yönlendirmiş ve arayanların ismi çıkıyor" demezmi?
Neyse saat 1530-1600 gibi evde buluşmak üzere ayrıldık. Hava şahane olduğu için yarım saat gibi yürüyerek tam vaktinde vardık. Uzun öğle yemeğinin ardından eve ulaştık ancak Seza nın evine girmek için önce şifre ile açılan iki farklı kapıdan geçmemiz gerekiyor idi ki ben kodlarını telefonuma yazmış idim ve telefonum Seza da kalmış, tam fiyasko. Seza ile kapıda buluşabildik iyiki.
Akşam için giyinip, İnci Eviner sergi açılışına Musee d'Art Moderne e gittik. İlk kez Paris te bir sergi açılışına gittiğim için kalabalık hakkında yorum yapamayacağım ancak, İnci'nin video işleri, ritmi bizi çok etkiledi. Tufan daha çok Parlemento'yu beğendi ama 3 farklı projeksiyon ile yansıyan "Broken Manifestos" beni kurgusu ve özellikle müziği ile daha çok etkiledi. Desen ve girişteki diğer video işleri için pek fazla yorum yapmayacağım. Tebrikler vs den sonra müzedeki diğer açılış olan Basquiat sergisine şöyle bir bakıp (kalabalıktan daha fazlasını yapabilmek mümkün değil idi), İnci için verilen kokteyle gittik. Kokteyle Türk ve yabancı karışık idi. Benim için en enteresanı vücut sanatçısı Orlan'ı görmek oldu. Ela boynuzlarının resimlerini çekmeye çalıştı. Bu arada kokteyl salonunun şahane manzarası nehir ve de ardında Eyfel Kulesi idi. Birde yeni öğrendim ki her saat başı ışıkları yanıp sönüyormuş. Kokteylde sıcakta bayılmadan ayakta kalmayı başarıp yemeğe Palais De Tokyo'nun lokantasına gittik. 20 kişi falan olduğu için daha iyi bir alternatif yaratılamadı ama fena değil idi bence. Yalnız herhalde 350-400 kişi aynı anda yemek yiyor ve masalar sürekli sirküle oluyor idi. Biz saat 11.30 gibi kalktığımızda halen gelen insanlar var idi. Bir perşembe gecesi herhalde yaklaşık 1000 kişi yemek yedi, fabrika gibi.....
Ardından önce St. Germanin de Florin de kahve içtik ve ardından eve dönüp Seza nın muhteşem arabasını kontrol ettik. O da ayrı bir senaryo konusu, tam Fransız. Adam sürekli arıyor, Seza sürekli kızıyor ve sonuçta araba her gece gelip her zabah geri gidiyor, henüz sonuç yok.
Cuma günü Tufan yine bir iş yemeği ayarlamış idi. Ben bu sefer gitmek istemedim çünkü başka gezecek zaman yok idi. O Gar Lyon da ki Blue Train lokantasına gitti. Çok güzelmiş. Biz de Seza ile metro ile Centre Pompidou'ya gittik. Aslında amacımız modern sanat görmek idi ama çok iyi kurgulanmış bit Mondrian / De Stijl sergisine kendimiz kaptırdık. Benim için tabi ki çok yeni ve bilgi dolu bir sergi idi. Biraz ara verip, bir şeyler atıştıralım diye en üst kattaki "George" a gittik. Önce önümüze kapı gibi dikilip rezervasyonumuz olup olmadığını sordular. Yalnış anlaşılmasın saat 1530 ve mekanın sadece 1/4 ü dolu idi. Ardından doğal olarak cam kenarına oturmak istedik ve bize oralar VIP ler için dediler !!!! Biz dinlemeyip oturduk, tekrar yanımıza gelip ama yanınıza birileri daha gelebilir eşyalarınızı toparlayın dediler. Yuh dedik ve kıza kıza kalktık. Seza bir dolu söylendi falan filan ama bende bir şikayet mesajı atacağım.
Tam çıkışta çok güzel bir kafede şahane bir hamburger yiyerek bunu kutladık. Ardından müzeye geri girdik ama yorulmuşuz ve akşamıda düşünerek sadece mağazaları gesik ve kitap alışverişi yaptık. Sergiyi bitirmiş idik zaten ve kalanıda kalıcı koleksiyon idi. Onu başka zamanda görme şansım olur nasıl olsa diye eve döndük.
Seza gelmek istemedi, ama Tufan gidelim dedi ve Unesco daimi temsilsinin rezidansında İnci için verdiği davete gittik. Güzel klasik bir apartman dairesinde basit bir resepsiyon idi. Aynı ekip tabiki orada idi. Alev Ebuziyya, Nilüfer Göle ve Selçuk Demirel ile tanışma şansımız da oldu. Ordan Güllü, Tayfun ve Akın ile çıkıp önce eve gittik, sonra Seza'yı alıp bir içkiye Hotel Du Nord'a gittik. Burası Seza'nın evinin tam karşısında ve meşhur Hotel Du Nord filime adını vermiş eski bir otelin giriş katındaki şahane bar ve lokanta. Zaten içerisi tıklım tıklım idi. Orda bir içki içip hep beraber yine mahalledeki küçük, sıkışık ve tam Fransız misafirperverliğine ve servis anlayışına sahip ama şahane yemekler yapan bir lokantaya gittik: Verre Vole. Tıka basa, koka koka yedik ama şahane şahane idi. Ordan çıkışta artık klasik saydığımız araba kontrolü ve garaj turunu yapıp eve döndük.
Cumartesi sabahı Tufan ile kalkıp Colette in olduğu yer diye yanlışlıkla Av. Montaigne'e gittik önce. Ordan yürüyerek gelip Cafe Le Grand Corona'da kahvaltı ettik. Sonra da Palais De Tokyo. Orda "Fresh Hell" adlı bir karma sergiyi gördük. Çok etileyici değil idi bana göre. Ve tabiki çıkışta bol bol kitap ver dergi alıp eve döndük.
Artık dönüş vakti gelmiş idi, ve son eclairi de yiyip yola koyulduk.

Bu arada evde Yiğit her gece bir bahane ile ağlandı. İlk gece ödevimi yapamıyorum, anneanne beni rahat bırakmıyor diye 2-3 kre aradı.ç Bir daha bende sizinle geleceğim dedi. Ama neyse ki idare ettik zaten ikinci gece de Gülderen gelmiş idi sağolsun.