3 Haziran 2010 Perşembe

Siz aydınlaştıramadıklarımızdanmısınız ?????

5 Mayıs 2010 tarihli Cumhuriyet gazetesi Güray Öz'ün yazısından alıntıdır :

Aydın kişi, yani okumanın yazmanın kendisini aydın olarak tarif etmeye yetmeyeceğinin bilincinde olan kişi, ilk iş olarak kendini, devlet ve toplum karşısındaki konumunu iyi tarif etmek durumundadır. Aydın devletle ve toplumla sorunu olan kişidir. Devlet ve toplumla uyum içindeki kişiye değil, devleti ve toplumu her anlamda eleştiren, değiştirmeye çalışan muhalife aydın deniyor ve bu yüzyıllardır böyledir. Şimdi de böyledir.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Farkındalık ve Sürdürülebilirlik

Bu gün üyesi olduğum Fikir Sahibi Damaklar tüketici insiyatifi hareketi lideri Defne Koryürek'in Terakki Vakfı okullarında yaptığı film gösterimi ve söyleşiye dinleyici olarak katıldım.
"Thousand Suns" filminden sonra bir minik konuşma ve ardından soru cevap kısmı var idi.
Defne yavaş yaşam, şıklardan çok yorumda bulunup alternatif yaratma konularından konuştukça bir kez daha bu gün durduğum konum itibari ile bundan sonrası için savunmak istediğim nedir sorusunu bir kez daha kendi kendime irdeledim.
Evet ben artık diyebilirim ki çocuklarım tercih haklarını kullanabilsinler diye çabalıyorum. Ben tercih hakkımı kullanabileyim diye çırpınıyorum. Bunun maddi kaygılarla da ilgisi olduğuna inanmıyorum. Farkındalık yaratmak istiyorum. Çocuklarım farkında olsunlar sahip olduklarının, olmadıklarının, yapabileceklerinin, yapamayacaklarının, etraflarının, ihtiyaçlarının, başkalarının ihtiyaçlarının. Duyarlı olsunlar, insana, çevreye, dünyaya.
Evet hareketin bir parçasıyım ama farklı bir noktadan bakıyorum. Gıda ve beslenme bunun en kolay anlaşılır biçimi. Bir o kadarda gerçek ve yakın, herkes için.
Farkındalık adına bakıyorum, sürdürülebilirlik adına bakıyorum. Evet lüfer bitmesin ama dahada önemlisi sadece lezzet adına değil, yaşamlarını sürdürebilmek adına lüfer ile ilişkisi olanlar adına, balıkçılar ve denizlerdeki döngü adına lüfer yok olmasın diyorum. Haksız kazanç, adil olmayan rekabet ile mücadele etmek, duyarlı olmak ve de farkındalık yaratmak adına lüfer yok olmasın diyorum.
Tabiki ben ve etrafımdakiler koyun olmasın ama sürüden de ayrılmasın istiyorum.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Tekel işçilerinin öğrettikleri - Rıza Türmen

30 yıldır uyuyan bir toplumda bize demokrasiyi, idealleri, mücadeleyi hatırlatan Tekel işçilerine teşekkürü borç biliriz.



http://www.milliyet.com.tr/tekel-iscilerinin-ogrettikleri/riza-turmen/siyaset/yazardetay/08.02.2010/1196084/default.htm?ver=42

11 Ocak 2010 Pazartesi

Nasıl seviyoruz acaba ?

Her sabah gazeteye muhakkak bakarım. Bakarım dedim çünkü bazen okumaya fırsat olamıyor. Ama bakarım ve de ölüm ilanları sayfasını ASLA atlamam. Deli mi ne diyebilirsiniz ama ben cenazelerde olmak isterim.
Ne kadar kalabalık olursa o kadar iyi gelir cenaze sahiplerine, yalnız hissetmezler kendilerini. Biliriz ki ölüm yalnızken hissettirir kendini. Ondan değilmidir ki cenazeler olur, ağlamalar olur, yedi gece ışık yanar, kalabalık toparlanır dualar okunur. Bana göre hepsi vakit geçirmek, cenaze sahiplerini yalnız bırakmamak, ölüm sessizliğine terketmemek adına oluşan ritüeller.
Bizim köylerde "ağlamaya gitmek" diye bir deyim var. Aslında komik gelirdi önceleri. Çünkü kadınlar ev işini bırakıp gider, ağlar ağlar, ağıt yakar, bağırır çağırır, sonra da kapıdan çıkıp normal hayata devam eder. Ve de tabiki garip gelirdi neden insanlar üşüşür evlere ve de gürültü koparır diye kızardım ama yakınımı kaybedince anladım ki iyi geliyor o gürültü, kargaşa, garip atmosfer. Gülebiliyorsun ya azda olsa. El ayak çekilince başlıyor yalnızlık ve gerçekle yüzleşme.
Ölüm ilanlarını okurum ve bazıları beni çok etkiler. Kendi ölüm ilanımı görmek isterdim. Kimler ne hissediyor, kaç kişi vs. Cenazemi görmek isterdim kimler unutmamış. Ben bunları söyleyince kızanlar olmuyor değil. Ama bence cenazeler önemsenmeli, ölülere değil geride kalanlara sahip çıkılmalı. Hele ki giden sahip çıkmayıi kol kanat germeyi bilmiş biri ise.
Bu sabahki bir ölüm ilanıda yine bana tüm bunları hatırlattı:
biz Dostumuzu ne kalbimizle, en aklımızla severiz
olur ya kalp durur, akıl unutur
biz Seni ruhumuzla sevdik
o ne duru ne unutur
Mevlana
Bir an öyle sessiz kaldım. Mevlana nın bu şaheser kelimelerinin biraz daha arkasını yokladım aklımda. Gerçekte öyle değil mi çok kişiyi, çok şeyi seviyoruz. Ama bazılarını kalple, bazılarını aklımızla ve de bazılarını ruhumuzla.
Çocuklara sorma derler ya en çok kimi seviyorsun diye. Çocuklar bana sorduğunda ben hep derim ki kalbim öyle büyükki, hepinizi çok seviyorum, hepinize yeticek kadar yer var. Onlar sormaya devam ediyorlar, gökkuşağından da mı çok seviyorsun, uzaydan da mı çok seviyorsun diye. Belki şimdi söylesem anlamazlar ama zamanı gelince onlara verecek cevabı buldum, ben onları ruhumla seviyorum.

1 Ocak 2010 Cuma

Geniş Zamanlar

Behçet Necatigil'in bu şiirini bu gün yani 1 ocak 2010 da Hürriyet Gazetesi'nde Doğan Hızlan'ın kçşesinde okudum. Bence bu şiiri herkes kesip bir yere koymalı ve sık sık çıkartıp okumalı. Tekrar tekrar okumalı ki unutmasın. Günlük hayatımızın kargaşası arasında gerçekten kaç kişi bunu başarabiliyor acaba.

O geniş zamanlar hiç olmayacak ama maalesef bunu anladığımızda değerler elimizden tek tek akıp gitmiş oluyor.

Onun için bu sabah kalktım ve keyifle sevdiklerimi aradım, hal hatır sordum, iyi yıllar diledim.

Bu hafta görebileceğim iki kişi için hemen program yaptım. İstersek olur....





SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.