10 Şubat 2013 Pazar

Bosna Hersek Şubat 2013

Bosna Hersek herhalde hiç bir zaman listemde olmayacak idi. Belki bir zaman Mostar ama Saraybosna??? Jahorina ??? hiç sanmam. Kayak için gerekli organizasyonları erken yapmayınca Avrupa’daki son dakika fiyatları ile bizim 5 kişilik küçük ailemiz ve de mecburi yardımcı durumumuzdan dolayı durum mümkün gözükmüyor idi. 9 aylık minnoşu evde bir hafta bırakmak ise biraz zor gözüküyor idi. Hal böyle olunca yurt içi alternatiflere baktım. Her yerin kalabalık olacağı aşikar ama fiyatlarda öyle anormal gözüktü ki, artık vazgeçmeye başlamış idim. O sıralarda 2 sene önce Aylin ve Sibel çocuklarla beraber Jahorina’ya gittiklerini çok memnun kaldıklarını ve hatta bu sene de gideceklerini söylediler. Otele baktım gerçekten çok iyi görünüyordu. Tesisler de 1984 olimpiyatlarında kullanılmış, yakın zamanda da liftler yenilenmiş. Yani her şey gayet güzel. Fiyatlar ise son darbe oldu ve hemen bizde bu tura dahil olduk. Oraya gitmişken Saraybosna’yı görmeden geçmek olmaz deyip bir gece Saraybosna ve 4 gece de Jahorina kayak merkezinde kalacak şekilde organize olduk. Bu durumda Tibet’i evde bırakabilecek idik, sadece 5 gece !!!! Uçak saatleride bize çok uydu Salı akşamı saat 1730 uçağı ile Saraybosna’ya 1,5 saatte THY nin gıcır bir Boeing’i ile vardık. Saraybosna’nın tam merkezinde, eski çarşının ortasında oranın en eski oteli 1800 lerin sonlarından kalma Hotel Europe’a yerleştik. Odamız gayet büyük bir one bedroom daire idi. Çocuklar bayıldı. Otele hemen yerleşip ardından eski çarşıda kısa bir gezinti yaptık. Hava bir hayli soğuk idi. Reklamlarını gördüğüm Galatasaray lokantası hemen otelimizin arkasında imiş meğer isem. Oraya girdiğimizde lokantanın sahibi Tarık Bey karşıladı bizi. Tarık Bey eskiden GS da oynamış Tarık Bey imiş meğerse. Gerçek bir GS ve Türkiye aşığı. Meşhur Cevabdzinica (cevapcici) nin en iyi adreslerinden biri. Sohbet ederken bizim İnegöl köfteye benzer kebabları, el yapımı pidelerinin arasında mideye indirdik. Gayet lezzetli idi. Bu arada Cevabdzinica için bir diğer adres olarak da Mrkva idi ama onu deneme şansımız olmadı. Yemekten sonra biraz eski çarşıda turladık. Bol bol bizim klasik kahvehanelerden var. Ufak ufak bir hayli kafe de var ama genelde küçük olduğu için sakin bir şehir. Şehrin dışına doğru heryerde olduğu gibi burada da alışveriş merkezleri baş göstermiş ve yeni hayat belli ki buralarda. Bol bol da Türk markası var. En hareketli yer Hotel Europe’ın kafesi idi ki gerçekten çok keyifli, eski, klasik bir Avrupa kafesi. Sıcak çikolata ise bu ülkede gerçekten her yerde çok güzel yapılıyor. Burda ilk tattık ama seyahat boyunca her yerde çok başarılı idi. Ertesi sabah küçük bir şehir turu daha atıp, ilk olarak Prens Ferdinand’ın öldürüldüğü tarihi köprüye vardık. Aslında hemen bu köşede o dönemi, suikasti ve savaşın başını anlatan bir müze var ama maalesef tadilat sebebi ile kapalı idi. Esas şehir müzesi de kapalı idi. Dolayısıyla bizde bol bol yürüdük. Savaşın etkileri halen yoğun bir şekilde hissediliyor şehirde. Öncelikle halen bir sürü savaşta zarar görmüş bina var etrafta. Mezarlıklarda şehrin ortasında. Bir bize mi öyle geldi bilemedim ama şehirde gergin bir hava var. Sanki her an yine savaş yine başlayacakmış gibi. Müslüman, Hırvat ve Sırp lar bir arada olduğu için belki de öyle algılanıyor. Sanki savaştan sonra sadece bir taraf kalabilirmiş gibi. Oysa yine bir arada yaşıyor insanlar ve ülke iki federasyon. Biri Müslüman ve Hırvatlar diğeri ise Sırplar. Ama genel olarak Slav ırkının sert fiziksel görünüşü her an kavga çıkacakmış hissi veriyor. Gezilmesi önerilen yerler tarihi çarşıdan sonra birkaç kilise, sinagog, cami, Latin Köprüsü, tarihi Bascarsija çeşmesi ve Belediye Binası. Biz sadece Gazi Hüsrev Paşa Cami, Çeşme ve köprüyü görebildik. Caminin içine girmedik ama avlusuna girdik. Kapısı ve ön cephe süslemeleri gerçekten güzel ve özel idi. Gitmek istediğimiz birde tüneller var idi. Savaşta havalimanının kontrolü UN de imiş ama etrafı Sırp ordusu tarafından çevrili imiş. Dolayısıyla şehre giriş ve çıkış bu tünellerden yapılıyormuş. Bu gün bir kısmı gezilebilir durumda imiş. Bu arada tesadüfen bir galeride Türk Başbakanlık tarafından desteklenen “Sen Benim Şahidimsin” sergisini gezdik. Sergide Srebrenica’da 1995 de yaşananlar ile ilgili fotoğraflar, videolar ve bazı diğer arşivler var. Galeride sergileniş biçimininde etkisi ile gerçekten çok etkileniyor insan. Hele öldürülenlerin hepsinin yaşlı, genç ve çocuk ama erkek olduğunu fark edince, aman Allahım demekten kendini alıkoyamıyorsun. Gerçekten bu çağda Avrupa’nın ortasında UN’nin kollarında nasıl olabilir, herkesin, hepimizin utanması lazım. Öğleden sonra Jahorina’daki Termag otelin yolladığı minibüs ile dağa çıkıyoruz. Otele gelene kadar etrafta o kadar az kar vardı ki, bayağı bir şüphelendim gidişattan. Ama bir şekilde dağın kayılan tarafı gayet iyi idi. Termag otel 4 yıldızlı ama, özellikle bizim Kartalkaya Otelleri utansın. Onların nerdeyse ¼ fiyatına, şahane odalarda, ciddi düşünülmüş, tasarım bir otelde, gayet rahat, itiş kakış olmadan güzel bir 4 gün geçirdik. Lift ücretleri, kayak ders ücretleri ve kiralama bedelleride bizdekinin yarısı. Pistler uzunluk ve kalite olarak Kartalkaya kıvamında ama liftlerin hepsi yepyeni ve hepsi oturmal,ı 6 lı, hatta üstü kapalı. Ancak dağ çok yüksek değil 1900 mt gibi bu yüzden güneş açtı mı kar hemen erimeye yüz tutuyor. İlk gün ve ikinci gün güneş çok güzel idi. 3.gün kar biraz bozuldu. 4. Gün yağmur yağdı ama o gece bir güzel kar yağınca, son yarım günümüzde kar çok keyifli idi. Ah nasıl unuturum, seyahatin en hareketli gecesi cumartesi Aylin’in doğumgünü idi. Her ne kadar bazı detayları instagram da paylaşmış olsam da, özel hayata saygıdan dolayı daha fazla detay vermeyeceğim. Artık siz kalanı Aylin’e hatta Sibel’e sorun. Tufan, Yiğit ve ben beraber, Esma ile Defne de beraber ders alıyorlar idi. Ama ben ikinci gün düşüp farkına varmadan sakatlandım. Birde üstüne kaymaya devam ettim ama öğlen baktım durum olacak gibi değil. Öğleden sonra ve sonraki iki gün kaymadım. Son gün karda güzel olunca dayanamadım yine kaydım. Ama dönünce anladım ki kaymamam lazımmış; yumuşak doku zedelenmesi. Pazar akşam uçağıyla da döndük zaten. Uçağımız 40 dk kadar İstanbul üstünde dolanmasa idi, lokum gibi evimize varıp, Tibet imize kavuşacak idik! Uzun lafın kısası, Jahorina’ya kaymaya hesaplı ve gidip gelmenin kolay olması sebebi ile gidilir. Uçak 1,5 saat, havalimanından otel 40 dk ve sadece 40 euro. Otel şahane ve Türkiye’nin 1/4 fiyatına. Yemekler çok daha güzel, şaraplar güzel ve çooook ucuz. Pistlerde kırmızı ve mavi, bizim gibi orta karar kayanlar ve yeni başlayanlar için gayet yeterli. Otelin dışında hayat çok hareketli değil ama birkaç farklı cafe ve bar da var.